ABD’nin önü alınamayan Çin kabusu

60
reklam alani

Uluslararası toplumun liderleri, kanaat önderleri ve Trump’ın Twitter saldırılarına hedef olan ülkelerin vatandaşları, bugünlerde tek bir soruya odaklanmış durumda: “Trump ne yapmak istiyor, bu adamdan kurtulabilecek miyiz?”

Beyaz Saray’da ikinci yılını tamamlamaya yaklaşan Trump, bugüne kadar her an görevden alınmanın eşiğinde bir “eksantrik” olarak takdim edildi. Fakat ticaret savaşlarına ilişkin söylemlerine, ABD’nin yönetim kademelerinden cılız bir muhalefetle mukabele edilmesi ve müttefiklerine karşı hoyrat tavırlarının Amerikan siyasetinin ve bürokrasisinin sınırlı bir kesiminin eleştirilerine konu olması, Trump’ın eylem ve söylemlerinin şahsi değil, “Yeni ABD”nin benimsediği politikanın ürünü olduğu kanaatini güçlendiriyor.

Kanada’daki G7 zirvesinin ve Brüksel’deki NATO zirvesinin ardından, hem müttefikleri hem de rakipleri, meselenin Donald Trump değil, karşı karşıya kalınan “Yeni ABD” olduğu konusunda fikir birliği içinde. Yine de Trump’ın ağzından uluslararası topluma tehditler savuran bu “Yeni ABD”nin kasım ayında yapılacak seçimlerin ardından normale döneceğine dair samimi bir inanç içinde olanlar da var. Uluslararası ilişkilere duygusallıktan uzak yaklaşanlar ise bu beklentiyle vakit kaybedilmemesinden yana. Eylül ayında New York’ta gerçekleşecek Birleşmiş Milletler Genel Kurulu açılış töreni, G7 ve NATO zirvelerinde olduğu gibi, ABD’nin meseleleri götürmek istediği yer konusunda, biraz daha net fikirler verecek. Avrupa Birliği, BRICS ülkeleri ve Şanghay İşbirliği Teşkilatı gibi yapılar, ABD’ye karşı alınacak önlemler konusunda adımlar atmaya başladı. İran’a yönelik yeni yaptırım sürecinin ikinci aşamasının başlayacağı 4 Kasım’a kadar, kendisini ABD’den korumak isteyen ülkelerin oluşturacağı blokun daha da ete kemiğe büründüğünü göreceğiz.

Peki, kimi kesimlerde beklenti doğurduğu şekilde, ABD’de 6 Kasım’da yapılacak Kongre ara seçimleri, Trump yönetimini normalleşme çizgisine çekebilir mi? Cumhuriyetçi Parti hem Temsilciler Meclisi hem de Senato’da üstünlüğünü korursa, ABD müttefiklerini yıpratacak söylemlerden vazgeçecek mi? Trump’ı müttefiklerine hakaretler ve tehditler yağdırmaya sevk eden bu motivasyonun kaynağı yalnızca ara seçimler mi?

ABD yeni bir küresel güçle yüzleşiyor

Ağustos’un üçüncü haftasında ABD Savunma Bakanlığı Pentagon tarafından ABD Kongresi’ne Çin’in askeri kapasitesi ve hedefleri üzerine sunulan rapor [1], meselenin zannedildiği kadar kısa vadeli bir çözümü olmadığına işaret ediyor. Bu raporun satır araları dikkatle incelendiğinde, Trump’ın ve “Yeni ABD”nin içerisine yuvarlandığı “hezeyan çukuru”nun temelinde, Çin Halk Cumhuriyeti’nin tesis etmekte olduğu ekonomik üstünlüğün, askeri gücüyle eşgüdümlü hale gelmesinin yattığı görülüyor. Bu hezeyan çukurunda, Amerikan yönetimi, küresel liderliğin elden gitmekte olduğuna dair paranoyalarını üretmekle meşgul.

1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılmış, ABD tek küresel hakim güç haline gelmişken, karşısına artık kimsenin çıkamayacağı inancı geniş kitlelere hakimdi. Ancak Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan’a askeri müdahalesi, 2014 yılında Kırım’ı ilhakı ve 2015 yılından itibaren Suriye’deki savaşta aktif olarak yer almasıyla, ABD’nin yegane küresel güç olma iddiası sarsıntıya uğradı. Buna bir de Çin Halk Cumhuriyeti ekonomisinin ortaya koyduğu yüksek performans ile “Kuşak ve Yol İnisiyatifi Projesi” eklenince, Washington yönetiminde nüfuz alanlarının tehdit altında olduğu inancı pekişti. Pentagon’un Çin Halk Cumhuriyeti’nin artan askeri kapasitesine dair yer alan son verileri içeren raporu ise ABD’nin küresel liderliğinin yalnızca ekonomi boyutunda değil, askeri boyutta da tehdit altında olduğuna işaret ediyor.

Washington yönetimi yıllarca Çin’in ABD devlet tahvillerine yoğun talep göstermesine ve Amerikan doları rezervlerini artırmasına ses çıkarmıyorken, ne oldu da bugün ticaret savaşı başlatmaya gerek duydu? Pentagon’a göre Çin “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” ile Asya, Avrupa ve Afrika’da ABD’nin ittifak ilişkilerini ve ekonomik çıkarlarını tehdit ederken, yürüttüğü projeleri koruyacak deniz aşırı konvansiyonel askeri müdahale kapasitesine ulaşmış durumda. İşte bugün Beyaz Saray’a hakim olan öfke nöbetlerinin temelinde yatan gerçek bu. 21. yüzyılın başında Çin Halk Cumhuriyeti’ni bir deniz ablukasıyla sınırlarına hapsetmenin planlarını yapan ABD, bugün Doğu Akdeniz, Afrika ve Batı Pasifik’te hem kendisini hem de müttefiklerini tehdit eden bir askeri güçle yüzleşiyor.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin 5 Mart 2018’de 175 milyar dolar olarak açıkladığı savunma bütçesinin ABD’de meydana getirdiği tedirginliğin boyutlarına 8 Mart’ta yine Anadolu Ajansı tarafından yayımlanan makalede değinmiştik. [2] Pekin yönetimi bu bütçeyle, savunmaya en fazla bütçe ayıran ülkeler arasında ABD’nin ardından ikinci sırada yer almıştı. Ancak son Pentagon raporu, Çin’in 2017 yılında yaptığı harcamaların 190 milyar doları aştığına işaret ediyor. Dahası, Pekin yönetiminin mali yapısının yeterince şeffaf olmaması nedeniyle, bu savunma bütçesinin uluslararası kamuoyuna açıklananın çok ötesine ulaşmış olabileceği ifade ediliyor. Çin’in savunma bütçesine ayıracağı payın 2021 yılında 240 milyar dolara ulaşacağı da Pentagon’un tahminleri arasında. Çin ordusunun deniz aşırı operasyonlar yürütecek kapasiteye gelmesinin ABD yönetiminde oluşturduğu bir başka etki ise “Pasifik Komutanlığı”nın isminin Mayıs ayında “Hint-Pasifik Komutanlığı” şeklinde değiştirilmesi oldu. Bu kararın basit bir tabela değişikliği olmadığını, ABD’nin, Pekin yönetimi tarafından Hint okyanusu, Arap denizi, Kızıldeniz ve Akdeniz’e aktarılan “Deniz İpekyolu Projesi”nin (İnci Kolyesi Stratejisi) önünü kesmeyi amaçladığını da 23 Haziran’da yine Anadolu Ajansı’nda yayımlanan makalede ele almıştık. [3]

Pentagon’un raporu, Çin’in balistik füzelerinden ziyade, kendisine açtığı ticaret yollarını ve nüfuz alanlarını korumak için 5 bin kilometre mesafede deniz ve hava operasyonları yürütecek kapasiteye gelmesinin, yakın gelecekte ABD için temel bir tehdit olduğuna işaret ediyor. Bu kapasiteye erişmiş olan Çin’in Pakistan, Türkiye, Almanya ve İran gibi ülkelerle işbirliğini artırması ise Hazar denizi anlaşması örneğinde olduğu gibi, Amerikan askeri varlığının küresel hareket kabiliyetini sınırlayacak sonuçları beraberinde getirebilir.

Çin Komünist Partisi’nin 19. kongresinde, Batı dünyasının beklediği şekilde liberalleşen bir Çin yerine, merkezi yönetimin ağır bastığı bir yapının ortaya çıkması, Çin ordusunun organizasyonunda da değişimleri beraberinde getirdi. 18 ordusundan 5’ini lağveden, birliklerini tümen seviyesinden tugay seviyesine indirerek hareketliliklerini artıran, mekanizasyondan enformasyon çağına evrilme adımları atan bu ordunun ulaştığı deniz aşırı operasyon kapasitesi, havada, uzayda ve siber uzayda da eş güdümlü olarak büyüyor. Deniz korsanlığına karşı mücadele amacıyla Hint okyanusu ve Arap denizinde Çin donanması varlığını artırırken, Rus Tupolev 160 lisansıyla üretilen nükleer füze taşıma kapasitesine sahip uzun menzilli stratejik bombardıman uçakları H-6K’ların, Çin hava gücü içindeki ağırlıkları da artıyor. Bir tonun üzerinde yük taşıma kapasitesine sahip insansız hava araçları geliştiren Çin ordusu, Batı Pasifik ve Hint okyanusunda elinin uzanabildiği mesafeyi her geçen gün daha ileriye taşıyor. Güney Çin denizindeki Fiery Cross, Subi ve Mischief mercan adalarını genişleterek elde ettiği üsler, Çin deniz ve hava gücünün, ABD’nin Hint okyanusundaki Diego Garcia ve Batı Pasifik’teki Guam üslerini ateş menziline almasını sağladı.

Çin Halk Ordusu’nun deniz aşırı, hatta kıtalar ötesi konvansiyonel askeri operasyonlar yürütme kapasitesinde ABD ordusuyla eşdeğer bir seviyeye yaklaşması, Beyaz Saray’da bugün yaşanmakta olan “küresel liderliğin kaybedildiği anksiyetesinin temelini oluşturuyor. Bu anksiyete nedeniyle gerçeklerle bağlantısını giderek yitiren ABD yönetimindeki kimi çevreler, Evanjelik-Neokon ittifakının uçuk vizyonuna sığınarak, liderlik hedeflerini hayatta tutma gayreti içindeler. Ticaret savaşı açarak Pekin yönetiminin kaynaklarını savunmaya ayırmasını engellemeyi umut etmekten başka elinden bir şey gelmeyen Washington yönetimi, Avrupa, Akdeniz, Afrika ve Ortadoğu’daki nüfuz alanlarında dengenin Çin lehine değişmesini engellemek için de baskı, tehdit ve şantaj metotlarından medet umuyor.

Çin anakarasına yaklaşık 7 bin kilometre mesafeye kadar ulaşan bu nüfuz savaşı devam ederken, ABD bir yandan da bölgedeki Japonya ve Güney Kore gibi önde gelen müttefiklerinin güvenliğini sağlama ve Filipinler, Malezya ve Tayland’da artan Çin ve Rus etkinliğini göğüsleme mücadelesi içinde. Batı Pasifik’teki ülkelerin ham petrol ihtiyacının karşılanmasında kritik öneme sahip olan Tayvan ve Malakka boğazlarında Çin’in askeri gücü yükseliş içindeyken, ABD Tayvan’ın adım adım Pekin yönetiminin kontrolüne doğru gidişini izlemekle yetiniyor.

Çin’in artan askeri kapasitesine ilişkin Pentagon’un ortaya koyduğu tablo, Trump’ın şahsında vücut bulan saldırgan ABD politikalarının Kasım ayındaki bir ara seçim neticesinde son bulacak kadar basit bir mesele olmadığına işaret ediyor. Tabloya Türkiye düzleminden baktığımızda ise bu rapordaki veriler, Washington’daki aklıselim sahipleri vasıtasıyla Türkiye-ABD ilişkilerin yeniden rayına oturtulması yönünde az da olsa bir umut içeriyor. Pentagon’da Türkiye’ye yönelik politikalar konusunda EUCOM (ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanlığı) generalleriyle Suriye’de PKK/PYD’ye destek veren CENTCOM (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) generalleri arasında yaşanan tartışmalar, konuyla ilgilenen herkesin malumu. Türkiye Çin Halk Cumhuriyeti’nin Akdeniz’e uzanan nüfuz alanının daraltılması konusunda artık ABD Hint-Pasifik Komutanlığı’nın da (USINDOPACOM) ilgi alanı içerisine girmiş bulunuyor. İran’a kapsamlı bir ambargo uygulamak isterken Çin donanmasının hareket sahasını da kısıtlamayı hedefleyecek olan ABD’nin, Hint okyanusu ile İran körfezini ve Doğu Akdeniz’i birbirine bağlayan rotalar üzerinde daha fazla desteğe ihtiyacı olacaktır. Avrupa ve Hint-Pasifik komutanlıklarını yanına alacak bir Türkiye, ilk etapta F35 uçaklarının teslimi konusunda ABD Savunma Bakanlığı’nın hazırlayacağı raporun içeriğinin belirlenmesinde avantaj sağlayabilir. Ancak Washington kaynaklı olarak Türkiye’nin finansal güvenliğini hedef alan operasyonların sürdüğü ve bu operasyonlara karşı düzenli olarak Pekin’den Ankara’ya destek mesajlarının tekrarlandığı mevcut ortamda, dengelerin eski haline dönmesi için ABD tarafının bir hayli enerji harcaması gerekecek. Bu Pentagon raporunu iyi analiz edecek Türkiye’nin, bugün Somali ve Sudan’daki imkanları sayesinde Kızıldeniz, Arap denizi ve Doğu Akdeniz’de tesis ettiği etkinlikle, ABD ile bölgedeki provokasyonlarını her geçen gün artıran İsrail-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-Mısır-Yunanistan dörtlüsüne karşı elde edebileceği avantajlar da bulunmakta.

MEHMET A. KANCI – AA

[Ankara’da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]

[1] Raporun tamamına https://media.defense.gov/2018/Aug/16/2001955282/-1/-1/1/2018-CHINA-MILITARY-POWER-REPORT.PDF adresinden ulaşılabilir. Rapordaki haritaların incelenmesi ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ne dair jeo-stratejik düzeydeki endişelerinin daha iyi anlaşılması açısından faydalı olacaktır.

[2] https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/cinin-savunma-butcesi-abdyi-rahatsiz-etti/1083136

[3] https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/baskan-trump-ile-en-sicak-temmuz-ayi/1183943

Paylaş