“KKTC’NİN YENİ İŞGAL PLANINA DUR DİYELİM”

    19
    reklam alani

    07.12.2016 Çarşamba günü, Kıbrıs konusunda yürütülen müzakerelerin ulaştığı aşama hakkında bilgiler almak üzere Adalet Partisi heyeti olarak KKTC’ne bir seyahat gerçekleştirmişti

    Yapılan ziyarette; KKTC eski Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu, Meclis Başkanı Sayın Sibel Siber, Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyük Elçisi Sayın Derya Kanbay ile Ulusal Birlik Partisi, Demokrat Parti, Yeniden Doğuş Partisi, KKTC Çiftçiler Birliği ve Rauf R. Denktaş ve Düşüncelerini Yaşatma Derneği başkanlarıyla, yapılan müzakerelere ilişkin görüş alışverişinde bulunulmuştur.

    Yapılan görüşmelerden edinmiş olduğumuz genel kanaat ise yıllarca tecrit uygulanan Kıbrıs Türkleri’ne sonunda ‘Ölümü Gösterip Vereme Razı Etme’ girişiminin sonuçlanmak üzere olduğu ve kanla alınan toprakların bir havuç olarak sunulan AB aldatmacasıyla masa başında veriliyor olmasıdır.

    Kıbrıs Türkleri için çok kötü neticeler verebilecek olan Kofi Annan Planı 2004 yılındaki referandumda AKP Hükümetinin telkiniyle Kıbrıs Türkleri tarafından onaylanmış ancak Rumların bu şartları bile hafif bularak reddetmesi nedeniyle yürürlüğe girmemişti. Ancak Türk tarafı, bu kez daha ağır şartlar taşıyan bir Rum planı ile müzakere masasına oturtulmuştur; KKTC yönetimi ne yazık ki 12 Ocak tarihinde Annan Planının daha gerisine kaymış olan yok oluş ve asimilasyon şartlarına imza atmak üzeredir.

    Aldığımız bilgilere göre KKTC’nin elindeki bazı topraklar Rum tarafına bırakılacak, bu topraklara yüz bine yakın Rum yerleştirilecektir. Orada yaşayan Türklerin göç etmeleri gerekecektir. 1974 Barış Harekatı sırasında 10 yaşının üzerinde olan Rumlara, “duygusal bağ” diye adlandırılan bir gerekçeyle aileleriyle birlikte Kuzeydeki eski evlerine yerleşme hakkı tanınacaktır. Yani on binlerce Rum da bu olanaktan yararlanarak Kuzeye yerleşecektir.
    Bunun yanısıra AB’de geçerli olan seyahat, yerleşme ve iş kurma hakkı Kıbrıs’ta da geçerli olacak ve Rumların yine bu haktan da yararlanarak Kuzeye yerleşmeleri mümkün olacaktır.

    Bu anlaşma sonucu Kuzeydeki Rumların sayısı kısa sürede Türklerin sayısını aşacaktır. Böylece Denktaş’ın Makarios’la imzaladığı anlaşmadan beri temel ilke sayılan “iki kesimlilik” fiilen ortadan kaldırılacaktır.
    Türklerin nüfusunun Rumların dörtte biri olması da ilke olarak kabul edilmiş ve 803.000 kişilik Rum nüfusuna karşılık 220.000 kişilik Türk nüfusuna razı olunmuştur. Bu sayı şu anda adada bulunan Türkler ile yurt dışında yaşayan KKTC vatandaşlarının toplam sayısının yaklaşık üçte biri kadardır.

    Mülkiyet konusunda ciddi sorunlar çıkacağı ve adada çok önemli toprak varlığı olan Türk vakıflarının, İngiliz sömürge yönetimi zamanında hileli yollardan Rum Kilisesine bırakılan topraklarının geri alınamayacağı anlaşılmaktadır.
    Türk tarafının görüşmelerde razı olduğu bu ve benzeri tavizler karşılığında Rum tarafının hala 1960 Antlaşmalarıyla tesis edilen Türkiye’nin garantörlüğüne karşı çıktığı, dönüşümlü başkanlığı henüz kabul etmediği, aynı antlaşmalarla sağlanan Türklerin veto hakkını sulandırmaya çalıştığı görülmektedir.

    Bütün bunlardan daha önemlisi Kıbrıslı Türklerin güvenliğinin teminatı olan Türk askerlerinin büyük çoğunluğunun Adadan ayrılmasıyla ciddi bir güvenlik boşluğu doğacak olmasıdır. Kofi Annan Planına göre Adada sadece 650 Türk askeri kalacak, onlar da zaman içinde Kıbrıs’ı terk edecekti. Bugün bütün Orta Doğu bir ateş yumağı haline dönüşmüşken barışın ve güvenliğin tam olarak sağlandığı tek bölge Kıbrıs’tır. Türk askerleri giderse Adada yaşayan Türkler bugünkü güvenlik koşullarından mahrum kalacaktır. Bu durum Türkiye açısından da ciddi güvenlik sorunları doğuracaktır.

    Türkler aleyhinde ortaya çıkan ve şimdiye kadar Türk kamuoyuna yeterince duyurulmayan bütün bu gelişmelerin bazı büyük devletlerin baskı ve yönlendirmeleriyle şekillendiği anlaşılmaktadır.

    Geçenlerde Adayı ziyaret eden İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson ile daha sonra Adaya gelen Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Jonathan Cohen’in temaslarının, ABD Başkan Yardımcısı Biden’in telefonla Kıbrıslı liderlerle yaptığı telefon görüşmelerinin bu son gelişmelerde etkili olduğu ifade edilmektedir. Başkan Obama’nın görevden ayrılmadan önce Kıbrıs konusunda bir başarı elde etme arzusunda olduğu anlaşılmaktadır.

    Bazı AB ülkelerinin Kıbrıs’taki Büyükelçilerinin de sanki anlaşma sonuçlanmış gibi, Türk tarafındaki bazı toplantılara katılarak referandumda olumlu oy kullanılması için şimdiden propagandaya başlamaları Kıbrıs’taki önemli siyasetçilerin tepkisini çekmiştir.

    9-11 Ocak tarihlerinde Cenevre’de yapılacak müzakerelerin ve 12 Ocakta Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin iki toplum liderleriyle birlikte katılacakları beşli müzakerelerin çözümü, daha doğrusu Türkler açısından “çözülmeyi” sonuca bağlamayı hedeflediği görülmektedir.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Kasım’da “O kadar şehit kanı var neyi veriyorsun?” sözleri Kıbrıs’taki bazı siyasetçileri ümitlendirmişse de yukarıda sözü edilen olumsuz gelişmelerin ve verilen tek taraflı tavizlerin Ankara’nın rızası olmadan gerçekleştiğini düşünmek zordur.

    Başarısızlığı halka başarı gibi göstermekte öteden beri etkili olan iç ve dış siyasi çevrelerin ve basının bu son derecede sakıncalı ve tehlikeli gelişmeleri sonunda halkımıza zafer gibi takdim etmeleri şaşırtıcı olmayacaktır.

    Daha fazla gecikmeden konunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde ele alınması, evvelce TBMM’nin Kıbrıs konusunda oy birliğiyle aldığı kararların hatırlatılması ve halkımıza Kıbrıs’ta nelerin feda edildiğinin bir an önce açıklanması gerekmektedir.
    Aksi halde Kıbrıs’ın Girit gibi elde çıkmasına yol açacak bir sonuç kaçınılmazdır. Geçmişte Girit’in elden gitmesine seyirci kalanlar, yakın tarihte 19 adamız Yunan tarafından işgal edilirken ses çıkarmayanlar ve bugün KKTC’ni gözden çıkaranlar tarihin ihanet sayfasında yerini alacaktır..

    Dr. Vecdet Öz
    Adalet Partisi
    Genel Başkanı

    Paylaş