Emekli Binbaşı Arkın 20 Temmuz’u anlattı… “Saldırıların artması Türkiye’nin müdahalesi için geçerli bir sebepti”

4
Emekli Binbaşı Arkın
reklam alani

Emekli Binbaşı Özkan Arkın, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nda yaşananları anlattı. Arkın, “Rumlar 15 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkması ardından Türk yerleşim bölgelerinde katliamlara başladı, bu da garantör ülke Türkiye’nin duruma müdahale etmesi için yeterli bir sebepti” ifadelerini kullandı.

Emekli Binbaşı Özkan Arkın 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı anılarını anlattı…

Emekli Binbaşı Özkan Arkın, Kıbrıs’ta yaşanan bütün acı olayların, kan ve gözyaşının kökenin ENOSİS olduğunu ifade ederek, Enosis’in Rumların milli sloganı, yüzyıllardır sürdürdükleri Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama hayali olduğunu vurguladı. 

Arkın, 20 Temmuz Barış Harekatı’nın yaşandığı günle ilgili anılarını anlatırken harekatın olacağını sabah 03.30’da tabur komutanından öğrendiğini ifade ederek, Rumların, 15 Temmuz 1974 sabahı, Kıbrıs’taki Yunan Alayı desteğinde darbe yapıp Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkması ardından Türk yerleşim bölgelerinde katliamlara başladığını, bunun da garantör ülke Türkiye’nin duruma müdahale etmesi için yeterli bir sebep olduğunu vurguladı.

Röportaj için TAK’a gelmeden önce, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığının talebi ile, Boğaz Şehitliği’nde yapılan şehitlere saygı törenine, üniformalı olarak katılan Özkan Arkın, be nedenle röportajı da da resmi kıyafetiyle verdi…

“TÜRKİYE GARANTÖRÜ OLDUĞU ÜLKEDE YAPILAN SOYKIRIMA SEYİRCİ Mİ KALACAKTI”

Bunun aynı zamanda hukuki olduğunu söyleyen Arkın, “Türk yerleşim bölgelerine saldırılar atmıştı. Cumhuriyetin yıkılması, saldırıların artması Türkiye’nin müdahalesi için geçerli bir sebepti, Türkiye garantörü olduğu ülkede yapılan soykırıma seyirci mi kalacaktı” dedi.

20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nda yaşananları ve anılarını Türk Ajansı Kıbrıs muhabirine anlatan Özkan Arkın, Her Rum liderin Enosis’i uygulamaya çalıştığını, kilisenin de bunun gerçekleştirilebilmesi için finansman yarattığını söyledi.

Arkın, en azılı Rum liderin ise Makaryos olduğunu, 1950’li yıllarda Makaryos’un Enosis için karar çıkartmak amacıyla plebisit denilen (referandum) uygulama yaparak, bunu halkına kabul ettirdiğini kaydetti.

Enosis’in kabulü ardından Türkleri saf dışı etmek ve İngiliz idaresinde kurtulmak için EOKA’nın kurulduğunu anlatan Arkın, Grivas adında bir albayın adaya getirilerek, 1 Nisan 1955’te saldırıların başlatıldığını, önce İngiliz üstleri ve tesislerine, adanın birçok bölgesine bombalı saldırılar düzenlendiğini söyledi.

EOKA’nın ENOSİS gerçekleşene kadar silahı elinden bırakmayacağını ilan etmesi ardından  İngiliz İdaresi’ni adadan vazgeçirme politikasıyla eylemler yapıldığını, sabotaj ve saldırıların arttığını anlatan Özkan Arkın, bunun üzerine İngiliz valisinin ilk önlem olarak Orta Doğu’da olan karargahını Piskobu köyüne aktararak, asker sayısını arttırdığını belirtti.

SALDIRILAR ARTTI

İngiliz ve Türklere saldırıların arttığını, korumasız tek görülen Türklerin, tarlasına, hayvanlarına bakmaya çıkan çobanların kaçırılarak öldürüldüğünü anlatan Arkın, camilere, okullara saldırılar yapıldığını kaydetti.

İngiliz idaresinin ülkede örfi idare denilen olağan üstü durum ve sokağa çıkma yasağı uyguladığını ifade eden Arkın, okuldan eve gitmek için yaşadıkları zorluklara değindi.

OKULDAN EVE GİTMEK İÇİN 4 RUM KÖYÜNDEN GEÇMEK ZORUNDAYDIK

Arkın şöyle devam etti:

“Okuldan eve gitmek için 4 Rum köyünden geçmek zorundaydık. Küçük Rum çocukları bile bizi taşa tutuyorlardı. Çocuklara karşılık vermeden oradan hızla uzaklaşıyorduk. Bu şartlar altında büyüdük. Halkı bu zilletten kurtarmak, korumak bizim için bir ilke oldu. Onun için de mesleğimi asker olarak seçtim.”

Arkın, Rumların, 15 Temmuz 1974 Sabahı, Kıbrıs’taki Yunan Alayı desteğinde darbe yapıp Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkması ardından Türk yerleşim bölgelerinde katliamlara başladığını, bunun da garantör ülke Türkiye’nin duruma müdahale etmesi için yeterli bir sebep olduğunu vurgulayarak bunun aynı zamanda hukuki olduğunu söyledi.

Arkın sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türk yerleşim bölgelerine saldırılar atmıştı. Cumhuriyetin yıkılması, saldırıların artması Türkiye’nin müdahalesi için geçerli bir sebepti, Türkiye garantörü olduğu ülkede yapılan soykırıma seyirci mi kalacaktı.”

ÇIKARMANIN 20 TEMMUZ SABAHI YAPILACAĞINI SABAH 03.30’DA ÖĞRENDİM

18-19 Temmuz tarihlerinde TBMM’nin ülke dışına asker gönderme yetkisi alabilmek amacıyla toplandığını anımsatan Arkın, düşmanı oyalamak amacıyla kararın açıklanmadığını Meclis tatile girdi gerekçesiyle, toplantı sonucunun Pazartesi açıklanacağının duyurulduğunu Meclis kararının önce gizli yollardan liderlere bildirildiğini anlattı.

“Çıkarmanın 20 Temmuz 1974 Cumartesi günü yapılacağı önce liderlere bildirildi. Ben çıkarmanın 20 Temmuz sabahı yapılacağını, paraşütle atlama yapılacağını sabah 03.30’da tabur komutanından öğrendim” dedi.

20 Temmuz 1974’de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin havadan indirme ve denizden Girne bölgesine çıkarma yaparken; adanın Türk yerleşim bölgelerindeki TMT birliklerinin de kritik noktaları elinde tuttuğunu ve Rum kuvvetlerini de angaje ederek çıkarmaya destek verdiğini aktaran Arkın, düşmanın, Girne sahili ve dağdaki birliklerini takviye amacıyla, Lefkoşa Akçiçek Yolu üzerinde ilerlediğini kendi birlikleri olan Boğaz Komutanlığına bağlı Bilelle Bölüğü’nün bu konvoya saldırı düzenlediğini anlattı.

Düşman konvoyunu nasıl imha ettiğini anlatan Komutanı, Binbaşı Özkan Arkın şöyle devam etti:

“Harekat sabahında, kuruluşundan beri Bilelle (Göçeri) Köyü bölgesinde gözetleme ve savunma görevinde olan bir Piyade bölüğünün komutanıydım. Kuzeyimizde Beşparmak Dağları, doğumuzda Pınarbaşı (Kırnı) Köyü, güneyimizde Dağyolu (Fota) Köyü; batımızda o tarihte Rumların yaşadığı Şirinevler (Ayermola) ve Akçiçek(Siskilip) Köyleri bulunuyordu.

Kuzey cephemizde Beşparmak Dağının boğaz ve geçitlerinde, toplam iki taburluk; batımızdaki köylerde de sekiz takımlık kuvvet bulunduğunu tahmin etmekteydim. Gözetleme sonucu, elde ettiğimiz bilgilere göre; her takımda 12.7mm’lik uçaksavar Makineli Tüfek, 81mm’lik havan, İngiliz yapımı, 7.7 mm çaplı Bren Otomatik Tüfek ve aynı çapta, kurma kolu ile çalışan Piyade Tüfeği bulunmaktaydı.

2O Temmuz, saat 03.30’da Tabur Komutanı, Bölük Komutanlarını toplantıya çağırdı. Gittiğimizde, Komutanın çok heyecanlı olduğunu fark etmiş ve toplantıda olağanüstü bir konu görüşeceğimizi sezmiştim. Tabur Komutanı, “Türkiye Girne Sahillerine çıkarma ve bölgemize de paraşütle atma harekatı yapacak.” dedi ve bölüklerimizde savaş hazırlıklarımızı yapmamızı bildirdi.

Ben de bölüğe döndüğümde, Takım Komutanlarına harekat ile ilgili bilgi verdim ve takımlarını alarm durumuna geçirip savunma mevzilerini tutmalarını emrettim.

Saat 04.30’da uçak sesi duyduk. Fakat hava tam aydınlanmadığı için uçakları göremedik. Saat 05.00’de kuzeyden gelen iki Jet uçağı Beşparmakları aşıp, üzerimizden geçtiler ve Güney yöne uçup gözden kayboldular. Beş dakika sonra 4 Jet Uçağı daha geldi. Bu defa Uçaklar, dağdaki Rum kamplarının üzerinden geçerken bombalarını bıraktılar.

Saat 05.30’dan sonra gökyüzünde devamlı ve artan sayıda uçak vardı. Jetlerin bombardımanı devam ederken, “nakliye uçakları” da Hamitköy-Gönyeli-Boğaz Üçgenine paraşütçü atmaya başladı.

Rum Radyosu’nun, seferberlik ilanını duyurmaya ve yedeklere de birliklerine katılma çağrısı yapmaya başladığını portatif radyolarımızdan dinliyorduk. Radyo, Rum Halkına da uyarıcı bildiriler yayınlıyordu.”

Rum köylerindeki hareketliliği izlerken, Lefkoşa’dan Şirinevler Köyüne doğru, uzun bir düşman konvoyunun yaklaşmakta olduğunu fark ettiğini söyleyen Özkan Arkın, bölüğündeki  silahlarla konvoyu vurmasının mümkün olmadığını, konvoyun geçtiği yolun, mevzilerden  uzakta ve bulundukları yere göre oldukça yüksek olduğunu anlattı. 

“TABURDAN DAHA UZUN MENZİLLİ SİLAH İSTEDİM”

Bu görev için, taburdan daha uzun menzilli silah istediğini ifade eden Arkın sözlerini şöyle sürdürdü:

“Az sonra bana 81 mm’lik bir havan timi ile yarım sandık mermi gönderildi. Konvoya daha etkili atış yapabilmek için, gelen havancılarla birlikte Kulaklı Tepe mevzilerinin ilerisine geçtik. Rum Askerlerin geçirmekte olduğu şaşkınlık ve kararsızlıktan yararlanarak, askerlerimle havanı çabucak kurup mevzilendirdim. Askerlerim havanı süratle yönlendirdiler ve ateşe hazırladılar.

Konvoyu gözle takip etmemiz de sınırlıydı. Yolun büyük bir kısmını bazen orman, bazı yerlerini de kayalar örtüyordu. Bu yüzden konvoy, zaman zaman gözden kayboluyordu. Son şans olarak, konvoyun ilerleme yönünde tespit ettiğim uygun bir yeri nişan noktası olarak seçtim ve havanı o noktaya yönlendirdim. Vuruş noktası olarak seçtiğim bu yere mermilerin düşeceğinden emin olmak için birkaç deneme atışı yaptırmam gerekti.

Bu atışları yaparken de konvoyun dikkatini çekmemeliydik. Aksi halde atışlarımız baskın etkisini kaybederdi.

Devam eden uçak ve top seslerinden yararlanarak, deneme atışımızı yaptırdım. Mermiler kısa düşüyordu. Sebebi yükseklik faktörünün, mesafeyi artırmasıydı. Araziden dolayı da namlu açısı değiştirilemiyordu.

81mm havanın hareketli hedefler için önleme sistemi yoktur. Bu zafiyet nedeniyle, önlemeyi silahla değil mermi ile yapmalıydık.

Atacağımız mermiler, hedeflerini koku ile bulan “Hawk Füzesi” olmadığından bunu kendimiz hesaplamalıydık. Yani; merminin uçuş süresi ile konvoyun hızını “senkronize” (ikisinin hızını bir noktada birleştirme) etmeliydim.

Atışlı düzeltmemiz sırasında, merminin havadaki uçuş süresini önceden hesaplamıştım. Konvoyun hızını bulmak için de, yol üzerinde belirgin iki nokta arasındaki mesafeyi tahmin ederek araçlardan birinin de bu mesafeyi geçtiği zaman süresini hesapladım.

Ondan sonra, yol üzerinde önceden seçtiğim nişan noktasına eşit mesafede yaklaşma yönünde, belirlediğim, kolay tanınan bir noktayı da “ateşleme-zamanı” (Merminin namluya bırakılması) kabul ettim.

Konvoybaşı, “ateşleme-zamanı” noktasına yaklaşmıştı. Sandıktan en temiz ve sağlam görünüşlü mermiyi alarak hepimiz öptük ve dolduruşa hazırladık.”

GÖREVİ BAŞARIYLA TAMAMLADI

Görevlerini başarıyla tamamladıklarını anlatan Arkın, yaptıkları görev için, “İşte attık ve şans eseri vurduk” denilecek bir olay olmadığını, bir düşman takviye kuvvetinin, acil olarak beklendiği yere gitmeyişinin, muharebenin kötü gidişatını aniden lehimize döndürebilen olağanüstü gelişme olduğunu vurguladı.

Arkın Özkan, olayların 1974 sonuna kadar devam ettiğini ifade ederek, Ağustos ayında İsviçre görüşmeleriyle bir ateşkes olduğunu, ancak yine de Rumların taciz ateşleri yaptığını aktardı.

Düşman hedefleri geri çekildikçe mayın tuzakları olayları yaşandığını, bu tuzaklarda da şehitler verildiğini anlatan Arkın, Girne Dr. Akçiçek Hastanesi’ne adı verilen Üsteğmen Akçiçek’in de mayın tuzağında şehit olduğunu söyledi.

Paylaş